Banner
Gıda Teknolojisi Facebook Gıda Teknolojisi Twitter Gıda Teknolojisi RSS
GDO’dan ne kadar haberdarız?

Türkiye’de her 4 kişiden biri GDO kodlamasına yabancı değil. Doğudan batıya gidildikçe GDO farkındalığında artış gözleniyor. Öyle ki İzmir’de GDO’nun ne olduğunu bilenlerin oranı yüzde 89’a çıkıyor.





gdo.jpg

Gıda Mühendisleri Odası başkanı Petek Ataman tüketicinin bir ürünün GDO’lu olup olmadığı konusunda bilgilendirilmemesini büyük sıkıntı olarak nitelendiriyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), Araştırma Görevlisi Dr. Barış Gençer Baykan ve Araştırma Görevlisi Burcu Ertunç tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Üç Bölgesinde GDO Farkındalığı” başlıklı araştırma notu ülkemiz insanının GDO tartışmalarına hiç de yabancı kalmadığını ortaya koydu.

İnsan ve çevre sağlığına etkileri açısından tüm dünyada tartışmalar yaratan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar ), bir süredir Türkiye’nin gündeminde. Ocak-Şubat 2012’de yapılan araştırmaya katılanların yüzde 73’ü GDO kavramını duyduğunu belirtirken yüzde 27’si ise hiç duymamış. Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da GDO kavramını duyanların oranı yüzde 56, Karadeniz’de ise yüzde 79. Batı’da, İzmir’de bu oran yüzde 89’a çıkıyor. Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da GDO kavramını duydum diyenlerin yüzde 88’i GDO’ları doğru olarak tarım ürünleri ve tarımsal gıdalar alanıyla ilişkilendirirken İzmir’de bu oran yüzde 99.

 

Her 4 kişiden 3’ü GDO’lardan haberdar

2012 yılının Ocak-Şubat aylarında Türkiye’nin üç bölgesinde gerçekleştirilen ve kabaca Güney Doğu Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri ile Batı’da İzmir’i içine alan araştırmada 600 kişiye genetiği değiştirilmiş organizmalar kavramına dair sorular da soruldu. İllerde tesadüfî ve bölgesel temsil niteliği olan örneklem ile çalışıldı.

Uzmanların vardığı araştırma sonuçlarına göre ise; Türkiye’nin üç bölgesinde toplumun GDO ile ilgili genel düzeyde haberdar olduğu, bu kavrama ve Türkiye özelindeki tartışmalara tamamen hakim olunmasa da başlangıç düzeyinde bir farkındalığın olduğu, demografik özelliklerin bilgi düzeyinde etkili olduğu, GDO’nun en çok ilaç, kimyasallar ve tarım alanıyla ilişkilendirildiği anlaşılıyor.

 

Erkekler kadınlardan daha bilgili

Araştırmanın yapıldığı bölgeler incelendiğinde Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da GDO kavramını duyanların oranı yüzde 56, Karadeniz’de ise yüzde 79. Batı’da, İzmir’de bu oran yüzde 89’a çıkıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 73’ü GDO kavramını duyduğunu belirtirken yüzde 27’si ise hiç duymadığını ifade etmiş. Katılımcıların yaş gruplarına göre GDO kavramını duyup duymadığına bakıldığında orta yaş grubunun (50 yaşın) bir kırılma noktası olduğunu, gençlerin gerek eğitim gerekse iletişim kanalları sayesinde GDO kavramından daha çok haberdar olduğu görülüyor. Cinsiyet değişkeninin etkisine bakıldığında ise erkeklerin yüzde 77’sinin GDO kavramından haberdar olduğu, bu oranın kadınlarda yüzde 70 olduğu gözlemleniyor.

 

Tüketiciler gdo’lu ürünleri asla anlamayacak

Araştırmayla ilgili görüşlerini aldığımız Gıda Mühendisleri Odası başkanı Petek Ataman GDO ürünlerle ilgili daha önce bir düzenleme olmadığını belirterek, GDO’nun ithalatında da bir kontrol olmadığını, dolayısıyla o dönemde de fiilen GDO’lu ürünlerin ülkemize girdiğini söylüyor.  Ekim 2009’da Biyogüvenlik kurulunun bu konuyla ilgili yönetmelik yayınladığını anımsatan Ataman, GDO konusundaki endişelerini şu sözlerle dile getirdi; “Risk değerlendirmesini kimin yaptığı belli değil, GDO’nun  insan sağlığına olan negatif etkileri tartışma konusu, ayrıca bilimsel kurulun bağımsız olmadığı konusunda endişelerimiz var” diyor.

Tüketicinin GDO’lu yemle beslenmiş hayvanın etini sütünü tüketirken bilgi sahibi olmak istediğine dikkat çeken  Ataman, “Burada bizim etik dediğimiz tartışma devreye giriyor. Avrupa’da ve Amerika’da GDO’lu yemle beslenmiş olan hayvanın etinin, sütünün etiketle belirtilmesi gerekmiyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda yemlerden hayvanın etine, sütüne, yumurtasına gen geçmediği tespit edilmiş. Dolayısıyla sizin tükettiğiniz üründe bu genler yok bilgilendirmeye de gerek yok deniliyor” diye konuştu.

Tüketicinin GDO’lu ürünü  anlamasına imkan olmadığını vurgulayan Ataman, tüketicinin  bu hususta dikkat edeceği hiçbir şey olmadığını belirterek  şunları söyledi: “Gıdaların üzerinde yazmayacak, bu durumda da anlamayacaksınız. GDO’lu üründen elde edilen ürün daha sarıdır, yeşildir gibi bir tanımlama da yok. Gerçekten süte, ete taşınmadığı için etiketlenmiyor ama  tüketici bunu bilmek istiyorsa  bunu bilemeyecek. Bu noktada bir sıkıntımız var” diye konuştu.

 

GDO ifadesini duyanların araştırma yapılan bölgelerdeki dağılımı

Vatandaşların tümünü yakından ilgilendiren tarımsal gıdaların üretimi ve tüketimi konusundaki bilimsel araştırmalarda, uygulanacak teknolojilerde, alınacak siyasi ve ekonomik kararlarda demokratik ve katılımcı tartışma, bilgilenme ve denetleme mekanizmalarının işletilmesi çok önemli. Özellikle biyoteknoloji ve nükleer enerji konularındaki tartışmalarda, bu teknolojilerin savunucularının konuların bilimsel bir çerçevede tartışılması, sadece belli meslek gruplarınca ele alınması ve kararların ve uygulamalarının da bu yönde olmasının üzerinde ısrarla durduklarını görüyoruz. Üstelik tarımsal biyoteknoloji savunucularının tezleri, GDO kavramının toplumun geniş kesimlerce iyi bilinmemesi sebebiyle kabul görmediği yönündeydi.

Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da ‘GDO kavramını duydum’ diyenlerin yüzde 88’i GDO’ları doğru olarak tarım ürünleri ve tarımsal gıdalar alanıyla ilişkilendiriyor. Bu oran Karadeniz’de yüzde 90 olarak görülürken İzmir’de bu ifadenin neredeyse tarım dışında başka hiçbir konuya bağlanmaması,  artan eğitim oranı, bilgilenme kaynaklarına erişim imkânları ve tarımsal faaliyet/ticaretle ilişkilerin kuvvetli olması birer faktör olarak GDO konusunun bilinirliğini etkilemektedir.

Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun İzmir ile arasındaki yüzde onluk farkın yine de çok derin bir fark olmadığını dolayısıyla demografik ve ekonomik gelişmişlik faktörlerinden ziyade iletişim kanallarının yarattığı bir fark olarak yorumlamanın daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Aslında bu farkın ilerleyen zamanlarda ülkeye girişine müsaade edilebilecek GDO’lu yem ve tohumların kullanılması söz konusu olduğunda yapılacak yeni araştırmalardan sonra izlenmesi daha anlamlı olacaktır. Bölgesel düzeydeki verilerin düzenli aralıklarla toplanması ve karşılaştırılması daha detaylı bir analiz için gereklidir. GDO konusundaki farkındalık çalışmalarının etkisi hem üretici hem de son tüketicinin tutum ve davranışları nezdinde gözlenmelidir.

 

KAmuoyuna açıklanmayan GDO’lu üretim

Türkiye,  biyoçeşitliliğin korunmasına dair ulusal stratejilerin belirlenmesi, eylem plan ve programının oluşturulmasına dair Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne 1997’de imza atmasına rağmen 2010’a kadar Biyogüvenlik Kanunu’nu çıkarmadı. 1988 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca çıkartılan “Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimat” bu konudaki ilk yasal düzenlemeydi. Aynı yıl yerel Tarımsal Araştırma Enstitüleri, biyoteknoloji şirketlerinin genetiği değiştirilmiş mısır ve pamuk çeşitlerini Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde deneme ekimine aldılar. Kamuoyuna bu araştırmaların nerede ve hangi yöntemlerle yapıldığı açıklanmadı. Ayrıca deneme ekimleri sonucunda genetik bulaşma, ürün verimi veya tarım ilaçları kullanımının azalıp azalmadığına dair hiçbir açıklama yapılmadı. GDO’ların olası risklerine karşı tartışmaların genelde uzmanlarca yapılmasına rağmen, üreticilerin, tüketicilerin, doğa korumacıların ve bilim insanlarının uğraşları sonucu kamuoyunun geniş kesimleri tarafından ele alınmaya başlandı.

 

GDO’lu ürünlerin ithalatına göz yumuluyor

Gıda Mühendisleri Odası Genel Başkanı Petek Ataman ise, Biyogüvenlik Kanunu’nun GDO’lu ürünlerin ithalatına göz yumduğunu söyledi. Bu ürünlerin üretimi ve insan tüketimine sunulması konusunda özellikle ABD’nin söz sahibi olduğunu kaydeden Ataman, temel besin maddeleri arasında yer alan soya, mısır, buğday ve pirinç gibi ürünlerin listede başı çektiğini, bunun da tamamıyla bir rant savaşı olduğunu vurguladı. GDO’lu ürünleri tüketmenin ilerleyen yıllarda ciddi sıkıntılara yol açacağını vurgulayan Ataman, “Dışa bağımlılık ve tekelleşme maalesef ülkemizin önemli gerçekleri. Burada özellikle soya ve mısır ithalatı göz ardı ediliyor. Bu ürünleri nereden ve nasıl ithal ediyoruz? Gerekli analizleri yapılıyor mu? Bunlar hiç düşünülmüyor” dedi.