Banner Banner
Gıda Teknolojisi Facebook Gıda Teknolojisi Twitter Gıda Teknolojisi RSS
Gıdada inovasyon 'çataldan mideye' odaklanmalı

“Gıda Sanayinde AR-GE ve İnovasyon: Bir Büyüme Stratejisi” webinarında, gıda inovasyonunda yeni paradigmalar masaya yatırıldı.
 




Bisküvi üretim hattıGıda Teknolojisi Dergisi Bilimsel Yayın Kurulu Başkanı ve Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Pala moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Gıda Sanayinde AR-GE ve İnovasyon: Bir Büyüme Stratejisi” webinarı 30 Mayıs Cumartesi günü gerçekleştirildi. TÜBİTAK Tarım, Orman ve Veterinerlik Araştırma Destek Grubu Koordinatörü Dr. Naci Sağlam, Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vural Gökmen, Aromsa Kurucu Genel Müdürü Murat Yasa ve Remik Kimya A.Ş. Genel Müdürü Edip Tahincioğlu’nun konuşmacı olarak yer aldığı konferansta, gıda sanayinde AR-GE ve inovasyonun önemi ve bu alanda şirketler ve resmi mercilerin yapmaları gereken hususlar tartışıldı. Toplantıyı 100’den fazla katılımcı online olarak izledi.
 
Prof. Dr. Mehmet Pala: “Pandemi gıdada AR-GE’nin önemini gösterdi”
Webinarın açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Mehmet Pala, içinde bulunduğumuz koronavirüs pandemisinin gıda ve tarımda kendi kendine yeterlilik ve çevrenin korunması konularını ön plana çıkardığını söyledi. Bir zamanlar Türkiye’nin gıdada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu söyleminin kullanıldığını fakat bunun gerçeği yansıtmadığını belirten Pala, “Türkiye kurulduğu tarihten beri gıda ithalatı yapan bir ülkedir ama kendi kendine yetme potansiyeline sahiptir. Bu dönemde önemi anlaşılan bir diğer konu da ambalajlı gıdalar olmuştur. Ambalajlı gıdaların tüketilmesine karşı çıkan kimi kesimler iddialarını kaybettiler. Öte yandan katma değeri yüksek ürünlere de talep arttı. Gıda sanayinde otomasyon, e-ticaret ve depolama gibi hususların önünüzdeki dönemde daha da öne çıkacağını düşünüyorum. Gıda şirketlerinin toplum tarafından nasıl algılandığı konusu çok önemli hale gelecek. Rekabetçi bir sistemin sürdürülebilir olmasında AR-GE ve inovasyon çok kritik öneme sahip olacak. Pandemi bu gerçekleri görmemizi sağladı” dedi.      
 
Türkiye’de gıda sektöründe 42 bin işletme ve 500 bin çalışan olduğundan bahseden Mehmet Pala, sektörün cirosunun 400 milyar liraya ulaştığını açıkladı. Gıda sanayinde toplamda 15, tarım sektöründe ise 19 AR-GE merkezinin olduğunu kaydeden Pala, “Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 45 civarında araştırma enstitüsü var. Bunun yanı sıra ülke genelinde 70’e yakın gıda mühendisliği bölümü, 32 veteriner fakültesi ve 40’tan fazla ziraat fakültesi mevcut. Bu rakamlara baktığımızda hakikaten büyük bir potansiyele sahibiz. Dolayısıyla bugünkü toplatımızda gıda ve tarımda AR-GE ve inovasyon konusunu tartışmaya açmak istiyoruz” diye konuştu.   
 
Dr. Naci Sağlam: “160 gıda projesine 41,5 milyon TL destek verdik”
Webinarda ilk konuşmayı yapan TÜBİTAK Tarım, Orman ve Veterinerlik Araştırma Destek Grubu Koordinatörü Dr. Naci Sağlam, kurum olarak özel sektöre sundukları destek programları hakkında bilgi verdi. TÜBİTAK’ın sanayiye yönelik en önemli teşviklerinin başında 1507 kod numaralı KOBİ’lerin AR-GE Başlangıç Destek Programı geldiğini belirten Sağlam, 600 bin liradan başlayan 1,5 yıllık desteklerin söz konusu olup, destek oranın yüzde 75 olduğunu söyledi. Kurum olarak sundukları diğer bir teşviğin 1501 kodlu Sanayi AR-GE Projeleri Destekleme Programı olduğunu anlatan Sağlam, önceki yıllarda bu destek programına sadece büyük işletmelerin başvurduğunu ama geçtiğimiz ocak ayından itibaren sadece KOBİ’lerin bu programından yararlandığını açıklayarak, “Bu programda 3 yıla kadar destek mümkün. 1501 ve 1507 kodlu destek programlarının çağrılı programlara dönüştürülmesiyle ilgili bir çalışmamız var. Burada; iyi bir yönetimin sağlanması, en iyi projelerin desteklenmesi ve çağrılı programda projelerin yarıştırılarak daha nitelikli olanların daha iyi maddi koşullarda desteklenmesi amaçlanıyor. Bunun yanı sıra, farklı politika araçlarında ülkemizde ihtiyaç duyulan alanlarla ilgili çağrılarla daha etkin ve esnek kullanılması da mümkün olabilecek. 1501 ve 1507 destek programlarında ilk olarak ön değerlendirme yapılıyor daha sonra ise TÜBİTAK’ın belirlediği bağımsız hakemler yerinde değerlendirme yaparak bir rapor hazırlıyor. Bu raporlar yürütme kurulunda 3 boyut altında değerlendiriliyor ve başarılı bulunan projelerin bütçeleri belirleniyor” dedi.
 
TÜBİTAK’ın destek programlarından bir diğeri olan 1505 kodlu Üniversite Sanayi İşbirliği Destek Programı hakkında da bilgi veren Naci Sağlam, “Kurum olarak üniversite – sanayi iş birliği konusuna uzun süredir önem veriyoruz. Ancak bu konuda istenilen hedeflere ulaşılamadı. Hem üniversite tarafında hem de sanayi tarafında bazı ön yargılar giderilemedi, belki de fayda oranları artırılmadı. Bu program kapsamında 1,5 milyon TL’ye kadar destekler verilebiliyor, üniversitelerin laboratuvarlarında öğretim üyesinin geliştirdiği ekonomiye ve sanayiye faydası olabilecek bir çıktı veya geliştirilme aşamasındaki ürünün sanayiye aktarılması amaçlanıyor. Destekleme programlarına 3 bin 371 başvuru yapılırken bugüne kadar 932 destek kararı alındı” ifadelerini kullandı. 1995 – 2019 yılları arasında 43 bin 695 proje başvurusundan 22 bin 247 projeye destek verilirken toplamda 12,4 milyar TL’lik hibe desteğinin sağlandığını açıklayan Naci Sağlam, yaratılan AR-GE hacminin yaklaşık 20 milyar TL’yi bulduğunu açıkladı. Hibe desteklerinin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde gıda, tarım ve hayvancılığın yüzde 5’ler seviyesinde kaldığını vurgulayan Sağlam, “Bu rakamın daha da yüksek olabilmesi gerekiyor. Bu 3 sektörde AR-GE potansiyeli çok yüksek olmasına rağmen arzu edilen rakamlara ulaşılamadı. Proje başvurularının yıllara göre dağılımı ise bazı yıllarda azamalar olsa da genel olarak artıyor. 2019 yılında 4 bin 529 proje başvurusunun yapıldığını görüyoruz. Büyük bir oranda KOBİ’lerin öncelikli olarak desteklendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Son 5 yılda 297 gıda firması 500 projeyle kurumumuza başvuruda bulunurken, 22 firmanın 160 projesi desteklenmiş ve 41,5 milyon TL teşvik sağlanmıştır” diye konuştu.
 
Murat Yasa: “Bir sanayici AR-GE için teşviğe ihtiyaç duymamalı”
Webinarın ikinci konuşmacısı olan Aromsa Kurucu Genel Müdürü Murat Yasa ise, bugün itibariyle gıda endüstrisinin tarladan sindirim sistemine değil, tarladan cüzdana ve alışveriş sepetine yoğunlaştığını söyleyerek bu durumun büyük bir kalite sorunu yarattığına dikkat çekti. Gıda aromaları üretmek amacıyla kurduğu Aromsa’nın faaliyete başladığı 1982 yılında sektörün Eminönü’ndeki tüccarların kontrolünde olduğunu belirten Yasa, AR-GE’ye önem vererek ve kaliteli insanlarla çalışarak Türkiye’de aroma üretiminde başarılı bir firma yarattıklarını anlattı. Aromsa’nın bugün 4 bin 700 metrekare AR-GE ve uygulama laboratuvarlarının bulunduğunu belirten Yasa, bunu Türkiye’nin ilk yeşil platin binasında gerçekleştirdiklerini dile getirdi. Dünyada ve Türkiye’de bir sanayicinin yaşayabilmesi ve firmasını geliştirebilmesi için AR-GE ve inovasyon yapması gerektiğine vurgu yapan Yasa, “Ülkemizde maalesef ayaklarımız yere basmıyor ve kendimizi olduğumuzdan büyük görme gibi bir yanılgıya düşüyoruz. Herkes teşviklerin öneminden söz ediyor ama bence AR-GE çalışmaları yapmak için bir sanayici teşviğe ihtiyaç duymamalı, kendi kaynağını yaratmalıdır. Devletin teşvikten ziyade ekonomiyi güçlü tutup araştırma merkezlerini doğru biçimde denetlemesi ve sanayiye hizmet verecek yönde hazırlaması lazım” diye konuştu.
 
Türkiye’nin potansiyelli bir ülke olduğunu aktaran Murat Yasa, “Ülkemizde faaliyet gösteren yabancı ortaklı bazı firmalardan bildiğim bir şey var. Yurt dışında 3 yılda geliştirilen bir proje bizim ülkemizde 3 ayda bitirilebiliyor. Bu durum Türk insanının kıvrak zekasının tezahürüdür. Bunu milliyetçi bir söylem olarak değil sadece bir gerçeğin tespiti olarak belirtmek istiyorum. Bununla birlikte çok olumsuz bir özelliğimiz var ki bu da mütemadiyen birilerinden destek bekliyor olmamız. Oysa kendi kendine yeter olmamız gerekiyor. Bu yüzden daha önce de belittiğim üzere teşviğe karşıyım. Hatta elimde olsa bugüne kadar verilen teşviklerle karşılığında ortaya konan projelerin ve yeniliklerin listesini çıkarmak isterim. Bunu gerçeten merak ediyorum. Örneğin Türkiye’de et üretim tesisi yapmak için aldığı teşviki otel inşaatında kullanan insanlar var. Bunların önüne geçebilmek için bu ülkeyi seven insanlar yetiştirmemiz gerekiyor. Firmamızda çalışan genç bir arkadaş bir seferinde Ağrı’da yaşayan amcasından bahsederek; ‘Amcamın 400 adet büyükbaş hayvanı var. Darı eker, darısını ve samanını da satardı. Son 3-4 yıldır amcamın banka hesabına 500 TL para yatmaya başladı. Bugün ise amcamın sahip olduğu hayvan sayısı 20’ye kadar düştü. Sadece ürettiği darıyı satıyor ama saplarını çöp olarak atıyor’ demişti. Ben bu örnekten yola çıkarak Türkiye’nin çeşitli ülkelerden neden et ve saman ithal ettiğinin cevabını buldum. Bu ülke insanının geleceğine kafa yorması olmazsa olmazımız” dedi.  
 
Prof. Dr. Vural Gökmen: “İnovasyon gıda zincirinin halkası”
Konferansın üçüncü konuşmacısı olan Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vural Gökmen, eskiden beslenme ve yeme-içme olarak tanımlanan insanların temel ihtiyacının, günümüzde aynı insanoğlunun yaşanabilir ve sürdürülebilir bir çevre mantığı içerisinde bu ihtiyacını gidermesi olarak görülebileceğini belirtti. Bu açıdan bakıldığında yaşanabilir ve sürdürülebilir bir çevre mantığı içinde gıdanın belli bir tarımsal üretim potansiyeliyle birlikte endüstrinin hizmetinde olduğunu anlatan Gökmen, endüstrinin de sorumlu bir üretim anlayışıyla tüketiciye sağlıklı, lezzetli ve kaliteli ürünler sunmak gibi bir ekosistem içinde konuyu ele aldığını ifade etti. Gıda sanayinin hem sürdürülebilir tarım hem de tüketicilerin devamlı değişen talep ve beklentileri arasında sıkışmış bir pozisyonda olduğunu kaydeden Gökmen, “Bu sebeple inovasyonu ve yaratıcılığı, bu ara yüzeyde ortaya çıkarması beklenen bir zincirin halkası olarak görmek zorundayız. Gıda inovasyonu ve AR-GE ekosistemini hem iklim değişiklikleri, nüfus artışı, su ve tarım topraklarının az olası gibi genel küresel sorunlar hem de gıda zincirine özel bazı değişkenler etkiliyor” dedi.
 
Gıda işleme tekniğinin tarihinin tarım devrimine dayandığını ve bu devrimin ortaya çıkardığı kurutma, pişirme ve tuzlama gibi tekniklerin imkan verdiği ürünlerin günümüzde sofralarda yer aldığını anlatan Vural Gökmen, “Bir de 150-200 yıllık sanayi devriminin ortaya çıkardığı hareket alanı ve onun sonucunda üretilen ürünler var. Burada gıdanın daha uzun süre muhafaza edilmesi, daha farklı özelliklerde reformüle edilebilmesi, girdilerin spektrumunun olabildiğince genişlemesi, son ürün çeşitliliğinin artması, buna bağlı olarak gıda çeşitlerinin çoğalması ve yaygınlaşmasıyla beraber gıdalar kolay erişilebilir hale geldi. Günümüzde dünyada en fazla konuşulan konuların başında gıda endüstrisinin ortaya çıkardığı kabiliyetin insanların yararına olup olmadığı geliyor. Çünkü çok ciddi booyutlarda sağlık kaygısı söz konusu. Sağlığımızı bozan en temel faktörlere bakıldığında tükettiğimiz gıdalar ilk sıralarda bulunuyor. Bu sebeple dünyada gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de sürdürülebilir bir gıda sistemi sıklıkla konuşuluyor. Hayvansal ürünlerin sınırlı olmasından ötürü daha çok bitkisel temelli ürünlere yönelim sürüdrülebilirlik açısından değerlendiriliyor. Ürünlerin sürekli değişen ve insanların yaşam koşulları içinde hayatını kolaylaştıran bir özelliği geliştirilerek servis edilmeleri bekleniyor. Kısacası insanoğlu gıdalardan beslenme ihtiyaçlarını giderirken, sağlık statüsünü destekleyen ürünleri talep ediyor. Bu bakımdan gıda ürünlerinden beklentilere bakarsak; bilinen tüm risklerin azalması ve gıdadan beklenen faydaların nasıl maksimilize edileceğiyle ilgili bir ürün geliştirme mantığının egemen olduğunu görmekteyiz” şeklinde konuştu.          
 
“Son 20 yılda ürünlerin karakteristik özellikleri ön plana çıktı”
Gıdayla ilişkilendirilen risklerin son 50 yılda ortaya çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Vural Gökmen, tartışmanın işlenmiş, aşırı işlenmiş, ambalajlanmış ürünlere odaklı olduğunu; faydaların ise daha çok tarım devrimiyle ortaya çıkan kurutulmuş ürünler, fermente edilmiş ürünler, tam gıda olarak tabir edilen ürünlerde tanımlandığını ifade etti. Tüketiicilerde oluşan bu algıya örnek olarak yoğurdu gösteren Gökmen sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarım devrimiyle üretimi gerçekleşen yoğurda insanlar olumsuz yorumlarda bulunmamış, hatta belirli şartlarda üretilen yoğurtları gayet sağlıklı bulmuşlar. Ancak aynı tüketiciler bir çikolatalı gofreti üzerindeki etikete bakmak suretiyle çok sağlıklı bulmayabiliyor. Bu doğal değerlendirme gıda endüstrisinin profesyonelleri olarak bizi şöyle bir tespite zorluyor: Aslında 1950’lerden bugüne gıda endüstrisi ve gıda teknolojisinin temel marifeti ‘belirli bir üretim marifetiyle ürüne nasıl bir katma değer ekleriz’ odaklıydı. Bu noktada proses mühendisliğinin temel yaklaşımlarının yoğun biçimde kullanıldığı, bu yönde proseslerin ve onların gereksinim duyduğu elemanların geliştirildiği, otomasyon ve robotların devreye alındığı, ürün kalitelerinin ve karakteristliklerinin teminat altına alınması için sürekli çeşitlenen katkı maddesi kullanımını görüyoruz. Bu aşamada endüstrisinin temel kaygısı gıda güvenliği, kalite, lezzet, düşük maliyet ve yüksek kapasite gibi parametrelerde yoğunlaşıyordu. Ancak geldiğimiz noktada proses mühendisliğinin ortaya koyduğu yaklaşımın çok tartışıldığını ve aslında bu yolla endüstrinin daha fazla katma değer yaratamadığı görülüyor. Bu sebeple 2000’li yıllardan itibaren doğrudan gıda ürünlerindeki karakteristik unsurların daha fazla konuşulduğu, ürünlerdeki besinsel kalitenin veya fonksiyonel özelliklerin neler olması gibi sorulara kafa yorulması gerektiğine dair yeni bir bakış açısı değişikliği ortaya çıktı.” 
 
“Artık sindirimi konuşmalıyız”
Günümüzde gıda sanayinde prosesten daha çok proses yardımıyla ürüne odaklanmış bir bakış açısının hakim olduğunu açıklayan Gökmen,  “Burada temiz etiketli ürünler, besin içeriği geliştirilmiş ürünler, fonksiyonel özelliği artırılmış ürünler yönünde bir inovasyon potansiyelinin olabildiğince geniş bir fırsat olarak karşımızda durduğunu söylemek mümkün. Gıdalarda AR-GE ve inovasyon konusuna bakarken, geçtiğimiz yüzyılın konu başlığı olan proses mühendisliğinden, 21. yüzyılın konu başlığı olan ürün mühendisliğine doğru bakışımızı değiştirmemiz çok önemli. Artık sindirimi, kalın bağırsağı konuşmalıyız. Bu bakış açısı bize çok net bir biçimde bugüne kadar tarladan çatala diye tanımladığımız gıda zincirine, çataldan sindirime olarak adlandırabileceğimiz zinciri de dahil etmemiz gerektiğini söylüyor. Yani bu iki zinciri birlikte değerlendirmeliyiz. Kısacası ürün mühendisliği bakışının bütün büyük gıda şirketlerinin masasındaki AR-GE ve inovasyonların, tüketilen gıdaların hem sindirim sistemine ve metabolizmaya hem de sinir sisteminde yaratacağı olumlu ve olumsuz etkilere yoğunlaştığını söyleyebiliriz” dedi.           
 
Edip Tahincioğlu: “İnovasyon ve AR-GE zorunluluk haline geldi”
“Gıda Sanayinde AR-GE ve İnovasyon: Bir Büyüme Stratejisi” webinarının son konuşmacısı olan Remik Kimya A.Ş. Genel Müdürü Edip Tahincioğlu da, faydaya dönüşen yaratıcı yenilikçilik olarak tanımlanan inovasyonun son 15-20 yıllık dönemde önemini artırdığına işaret etti. İster ticari isterse sosyal amaçlı olsun fayda kavramının inovasyonun en önemli parçası olduğunu kaydeden Tahincioğlu, inovasyonun ham maddesinin yaratıcı düşünceler olduğunu dile getirdi. Geliştirilen ticari bir ürün olduğunda pazarın geri bildiriminin, sosyal bir ürün söz konusuysa toplumun vereceği tepkinin sonucuna göre bir yol haritasının belirlenmesi gerektiğini söyleyen Tahincioğlu, “Ürünün lansmanıyla süreç bitmiyor bu aşamada devreye inovasyon giriyor. İnovasyon, kalıplardan arınarak sofistike düşünebilmek ve kavramları tazeleyebilmektir. Bunun için dahi olmaya gerek yok, bireylere iyi bir eğitim verilip öz güven aşılanması yeterli olacaktır” şeklinde konuştu.
 
İnovasyon, AR-GE ve ÜR-GE kavramları incelendiğinde son 20 yılda sınırların kalktığı bir dünyadan bahsedebileceğini ifade eden Edip Tahincioğlu, aynı anda yüzlerce hatta binlerce şirketin varlıklarını sürdürübilmek için pazarda birbiriyle rekabet ettiğini, bu nedenle inovasyon, AR-GE ve ÜR-GE’nin firmalar için bir seçenek değil adeta bir zorunluluk haline geldiğini açıkladı. Geçmiş yıllarda bir firmanın 5-10 rakibi varken şimdilerde yüzlerce rakiple müücadele etmek durumunda kaldığına vurgu yapan Tahincioğlu, “Böylesi bir rekabet ortamında farklılaşma, öne çıkma, marka yaratmak suretiyle pazar payını artırma arayışları şirketleri yeni kavramlarla tanıştırdı. İnovasyon, AR-GE ve ÜR-GE belki de bunların en önemli üçü arasında. Çoğu zaman birbirleriyle karıştırılan bu 3 kavramdan inovasyonu değerlendirdiğimizde, ancak üretilen ürün ticari ve sosyal açıdan bir fayda sağlıyorsa orada inovasyondan bahsedebiliriz. Bu yönüyle inovasyon hem ortaya çıkış süreci hem de ticarileştirilmesiyle birlikte farklı tarafların iş birliğini kaçınılmaz kılmaktadır. Geliştirilen bir yeniliğin ticari olarak pazarlanabilmesi çok önemlidir. İnovasyonları başarılı şekilde ticarileştiremeyip ondan yeterli sosyal ve ekonomik katma değeri elde edemediğinizde hem rekabetçilik açısından hem de kullanılan kaynakların etkinliği ve verimliliği açısından dezavantajlı bir durumda olacağınız açıktır. Bununla birlikte inovasyon ve AR-GE farklı şeyleri konumlasa da aslında birbirlerini tamamlayan süreçlerdir. Üretim yapan bir işletmenin bu iki kavramı birbirinden bağımsız düşünmesi doğru olmaz. Çünkü inovasyon yeni bir hedefi, AR-GE ise bu hedefe ulaşabilmenin yolunu ifade ediyor” şeklinde değerlendirmelerde bulundu.        
     
“Gıdaların vücutta yarattığı etkiler bilinmiyor” 
Toplantıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Mehmet Pala, Prof. Dr. Vural Gökmen’in altını çizdiği gibi gıda sanayinin tarladan çatala değil artık çataldan sindirim sistemine ve beyne odaklanması gerektiğini belirterek, “Gıdanın sindirim sistemindeki yolculuğunun takip edilmesi ve oradaki metabolik mekanizmaların anlaşılması gerekiyor. Yani hangi gıdalar tüketildiğinde insan vücudunda ne türden etkilere sebep olduğunu ve metabolizmada hangi değişikliklere yol açtığını bilmemiz çok önemli. Bu konu gıda sanayinin çok önemli bir alanı haline gelmiştir. Ancak bu çok boyutlu ve kompleks bir alan. Bizler gıdaları tüketmeden önce çok iyi izliyor ve biliyoruz ama tükettikten sonra vücüdumuzda nelerin meydana geldiğine hakim değiliz, bunların çok sayıda bilinmez durumlar yaratıyor. Bu sebeple geleceğe yönelik gıda araştırmalarının bu yöne doğru kayacağını düşünüyorum. Yeni ürün geliştirme ve AR-GE’den para kazanılacak alanın da burası olacağı kanaatini taşıyorum” ifadelerini kullandı.  
 
Türkiye’de sadece gıda mühendisliğinde değil diğer mühendislik alanlarında da bazı ciddi sıkıntıların yaşandığını vurgulayan Pala şunları söyledi: “Matematik, astronomi, fizik, kimya ve biyoloji olarak 5 bilim dalı var. Bana göre astronomi dışında kalan diğer 4 bilimi üniversitelerde ikişer yıl olarak okutmamız gerekmektedir. Öğrenci ister tıp, ister gıda mühendisliğinde okusun bu 4 bilimi mutlaka okumalıdır. Çünkü üniversitelerden mezun olan gençlerimizin temel bilim bilgileri maalesef çok eksik. Ben gıda mühendisliği eğitiminin uygun akademisyenler ve doğru bir programla 3 yılda tamamlanabileceğini düşünüyorum. Bugün gıda mühendisliği bölümlerinde 4 yıllık eğitim veriliyor ama PH’ı bilmeyen mezunlarla karşılaşıyorum. Türkiye’de insan kalitesinde bir düşüş olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu nedenle de eğitim sistemimizi tümden ele almalıyız.” 
 
Haber: Özgür Çilek
gidadergisi@gmail.com
@GidaTeknolojisi - @zgrilek1