Banner
Gıda Teknolojisi Facebook Gıda Teknolojisi Twitter Gıda Teknolojisi RSS
Ette fiyat dengesizliğinin giderilmesinin yolu sütten geçiyor

Tüm Süt Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği (TÜSEDAD) Başkanı Adnan Yıldız, besicinin sütün litresini 80 kuruşa satarken, yemin kilosuna 92 kuruş verdiğini söyledi.





adnan_yildiz_tusedad.jpg

Mevcut fiyat dengesizliğine çare bulunmazsa yeni bir et krizinin kapıda olduğunu belirten Yıldız, “ Ülkenin gerçeklerini gerçek olarak kabul etmek gerekiyor. 2010 yılında et ithal ettik, 2012’de maalesef saman ithal ediyoruz. Bu anlayışla devam edersek 2013’de de süt ithal eder hale geliriz” diye konuştu.  

Sektörün çatı kuruluşlarından Tüm Süt Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği (TÜSEDAD) Başkanı Adnan Yıldız, “Ülkemizde besi hayvancılığı adı altında ayrıca yapılan bir hayvancılık sistemi yok. Süt sığırcılığı yapan işletmelerden çıkan erkek hayvanlar, kesi materyali olarak kullanılıyor. Dolayısıyla et sorununu çözmek istiyorsak, sütün değerini olması gereken satış fiyatına çıkarmamız gerekiyor. Bunun başka bir izahı yok” diye konuştu.

 

Ülkemizde et sektörünün ve üreticinin son yıllardaki durumunu değerlendirmenizi istesek. Öne çıkan başlıca sorunlar neler?

Başlıca sorun kriz endişesi. Et sektöründe yaşanan fiyat sorununun temelinde arz-talep dengesi yatıyor. Geçtiğimiz 2008-2009 yıllarında yaşanan kuraklık, artan yem fiyatları, ithal süt tozu, üreticiyi hayvanına bakamaz duruma getirdi. Doğal sonucu olarak da üretici elindeki süt veren ineğini kesime gönderdi. Bu rakam 1.000.000 baş olarak telaffuz ediliyor. Yani siz anneyi yok ederseniz, geleceğin materyali olan yavruları da yok etmiş olursunuz. Çünkü bizim ülkemizde besicilik ABD’de ki gibi ayrıca yapılmıyor. Ülkemizde süt sığırcılığının erkek buzağıları besi materyali, olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla Türkiye’deki et fiyatlarının şekillenmesi direkt olarak süt fiyatının değerine satılıp, satılmamasıyla ilişkili. Bu demektir ki süt değerine satılamadığı zaman üretici istemeyerek hayvanını kesme durumunda kalıyor.  Ve bozulan arz-talep dengesi doğuyor. Diğer sorunların başında ise maalesef piyasa düzenleyicisi olan Et ve Balık Kurumunun özelleştirilmiş olması geliyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki meraların terör nedeni ile aile tipi besicilik yapan küçük üreticilerin kullanımından çıkmış olması. Küçükbaş hayvancılık için verilen desteklerin yetersizliği, süreklilik arz etmemesi ve komşu ülkelerden uzun bir süre kaçak hayvan girişinin önlenememesi olarak sıralanabilir.

 

Peki hükümet bu konuda ne tür önlemler aldı?

2010’daki et krizini meydana geldiğinde hükümet tedbir olarak bugünlerde yüzde 135’lerde olan ithalat vergisini bir anda, sıfırlandı. Gümrük vergisi koymanın da bir ülke için kıstası vardır. Gümrük vergisi, yerli üreticiyi koruyabilmenin temel mekanizmasıdır. Hükümet bir anda yüzde 135’lerdeki vergiyi yüzde sıfırlara çekince, dışarıdan et ithali daha kolaylaştı. Yerli üreticide mecburen bu ağır koşullarla savaşmaktan vazgeçti. Hükümetin müdahalesi üreticiyi korumaktan ziyade kaçırmaya yaradı. Bugünlerde de aynı senaryolar devam ediyor.

 

Et ithalatı sektöre nasıl bir etki yapıyor?

Et ithalatının sektöre etkisi tabii ki negatif yönde oluyor. Geçmiş 30 seneye bakıldığında, aynı yanlışların yapıldığı ve çare olmadığı görülür. 1980’li yılların ikinci yarısından sonra yapılan damızlık ithalatı, 1990 yılında başlayan kasaplık hayvan ve et ithalatları çözüm üretebilmiş olsaydı, zaten bugün bu sohbetleri yapmıyor olmamız gerekirdi. Özetle söyleyecek olursak, yapılacak et ithalatı günü kurtarmak manasında piyasanın ateşini düşürür. Fiyatlar bir miktar geri gelir, tüketici belli bir süre için daha ucuza et alabilir. Ancak, bu tedbirler sadece yaraya pansuman olur. Kesin çözüm olamayacağı gibi üreticiyi de çok zorda bırakır. Üretici bu sorunun sebebi, suçlusu olmamasına rağmen her zamanki gibi günah keçisi olacaktır. Üretici mecburen bu sektörden vazgeçecektir.

 

İthal etin önüne geçebilmek ve ihracatçı konuma gelmek için üreticiye ne gibi destekler sağlanabilir?

Besicinin içinde bulunduğu durumu, analiz edebilmek için kabaca bir yem-süt fiyatı karşılaştırması yapmak yeterli. Dünyada kabul gören bir harita vardır. Süt üreticisi 1 litre sütünü sattığı zaman hayvanını beslemek için 1,5 kilo yem alabilmeli. Sütün taban fiyatı 11 aydır 80 kuruş. Yemin kilosu bugün 92 kuruş. Süt fiyatı ise 11 aydır 80 kuruş. Besicinin diğer masraflarla birlikte sütünü en az 1 lira 30 kuruşa satması gerekiyor. Üretici 80 kuruşa süt satarken, 90 kuruş yeme veremez. Aklı olan hiç kimse böyle bir işi sürdürmez. Bugün yaşanan sıkıntının sebebi de bu. İlgililerin bahsettiğim oranı sağlaması gerekiyor. Bu oran sağlanmazsa sektör adam olmaz. 2007'de 1 milyon anaç hayvan kesildi. Onun neticesinde, 2010 yılında et krizi yaşandı. Biz, kendi üreticimize vermediğimiz desteği, fazlası ile Macaristan üreticilerine sağladık. Macaristanlı besiciler bir anda zengin oldu. Eğer bu formülün arkasında durulmazsa 2010 yılında et ithal ettik. 2012'de yem, önümüzdeki senede süt krizi kapıda.

 

Ülkenin gerçeklerini gerçek olarak kabul etmek lazım. Şu anda bizim ülkemizde besi hayvancılığı denen ayrıca yapılan bir hayvancılık sistemi yok. Biraz evvelde söyledim süt sığırcılığı yapan işletmelerden çıkan erkek hayvanlar kesi materyalidir. Dolayısıyla ette fiyat sorununu çözmek istiyorsanız, sütün bedelini olması gereken satış fiyatına getirmeniz lazım. Bunun başka bir izahı yok. Tek yol bu.  Öncelikle süt taban fiyatındaki olumsuzlukların biran önce çözülmesi gerekiyor. Böylece et materyalinin kaynağı anneler korunmuş olacak ve arz-talep dengesi sağlanmış olacak. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde besi hayvancılığının desteklenmeli, özellikle de küçükbaş hayvancılık. Desteklerin süreklilik arz etmesi gerekiyor. Besicilikte salık sistem özendirilmeli. Bunun içinde meraların ıslahı ve küçük üreticinin hizmetine sunulmalı. Üretici ile tüketici arasındaki halkaların kontrolü sağlanmalı. Spekülatif hareketlere izin vermeyecek şekilde Et ve Balık Kurumuna yeniden etkinlik kazandırılmalı.

 

Verilen desteklerden bahsedecek olursak…

Hükümet bugünlerde besicilere hayvan başına 300 lira veriyor. Yaklaşık kilo başına 1 lira gibi bir destek geliyor. Bu destek geçtiğimiz yıl altı ay boyunca verildi. Bu senede verilmeye devam ediliyor. Tabii ki destekleri bütün olarak görebilmek lazım. Üreticiye hayvan başına şunu verdim bunu verdim demekle iş, bitmiyor. Bu hayvanın ne yiyip ne içtiği mühim. İşletmelerdeki aylık giderlerin yüzde 65’ini yem hammadde giderleri oluşturuyor. Ayrıca yem fiyatları anormal arttı. Bu konu desteklenmeli. Desteklerin hangi bölgelerde yapılması gerektiğine ayrıca kafa yormak gerekiyor. Bölgesel ihtiyaçlara göre yem desteğinde, TMO’lar devreye sokulabilir. Kayıt altındaki üreticiye buralardan ucuza yem sağlanabilir. Böylece yem hammedesi üreten çiftçi de korunmuş olur.

Üreticilerin yemde uygulanan KDVnin düşürülmesi yönünde talepleri sizce ne denli ciddiye alınıyor?

Yem hammadde fiyatlarındaki KDV indirilmeli. Ayrıca et ve sütten oluşan hammaddenin mamul maddelerindeki KDV oranlarının da düşürülmesinin nihai tüketiciye yardım anlamında faydası var. Nihai tüketiciye faydası demek satışların kolaylaşması, çok satılacağı için üreticiye de destek manasına geliyor.

 

EBK aracılığıyla piyasaya sağlıksız et sürüldüğü iddiaları kısa zaman önce basında yer aldı. Bu haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir atasözü vardır, ateş olmayan yerden duman çıkmaz denir. Dumanın çıktığını gördüğünüz zaman devlet olarak buna tüm mekanizmalarınızla müdahale etmeniz lazım. Nihai tüketicinin de duyarlı olması, durumu boykot edebilmeli.  

İç spot: Eskiden devletin elinde piyasayı kontrol edebilen mekanizma olarak Et ve Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) vardı. Bunlar 1995’li yıllarda özelleştirildi. Bu gelişmenin neticesinde piyasa, maalesef bir takım kartellerin oluşmasına zemin hazırladı. Hep söylüyoruz, EBK’yı o günlerdeki şekliyle hayata geçirmek lazım. Yani kurum, et ithal eden bir firma gibi çalışmaktansa, piyasayı düzenleyebilen yeteneklere sahip olmalı.